ARKADAŞLAR ÇOK HOŞUMA GİTTİ SİZLERLE PAYLAŞMAK İSTEDİM
Ergenekon Kim? Biz Neyiz?..
TEPE NOT: Hiçbir siyasi örgütle bağlantım yoktur.
Ağzı olan herkes; iktidardaki, muhalefetteki, gazetedeki, televizyondaki, Demirel’i, Marmaris paşası konuştu da konuştu. Bir Erbakan konuşmadı, o da ev mahkumu malum.
Ha, bir de Cumhurbaşkanı konuşmuyor. O Hakan Şükür’le konuşuyor, Avrupa’da hangi takıma gitsin diye fikir veriyor. (Ben de randevu almaya çalışsam; “Oğlum ÖSS’de şu puanı aldı. Acaba nereyi yazsak? Hangi meslekte ekmek var, hangisinden mezun olursa iş bulur?” diye sormayı denesem diyorum…)
Benim, kurdun, kuşun, börtü böceğin bile bu konuda konuştuğuna dair kuşkularım oluşmaya başladı artık.
İhtimaller üzerine, sızdırmalara ya da konuşanların kendi alt bölgelerinden sızana göre öyle yorumlar yapıldı ki, bu yorumları yaparak davaya kova kova su taşıyanlar bile utanmadan “Ergenekon sulandırılıyor.” diye yırtınmaya başladılar.
Biri kalktı “Ben davanın avukatıyım.” dedi. Öbürü beride durur mu hiç? O da kalktı “Ben milletin savcısıyım.” dedi. Bunlar da bizi yönetenle, yönetmeye talip olanlar…
Yahu! Bu memleketin savcısı, avukatı yok mu? Adamlar işlerini yapmıyor mu? Sizin başka işiniz yok mu?
Vay benim halkım!
Onların hakimliği de savcılığı da hikaye de gerçek olan bu halkın bunlara mahkumiyeti…
Ekonomi feryattaymış, işsizlik rekordaymış, açlık sınır ötesindeymiş, ülke itibarı, her önüne gelenin, iç işlerimiz, yargımız ekonomimiz, politikamız, askerimiz hakkında ahkam kesmesi ve bunlara “Hoopp dur bakalım orada, karışma!” demeyi bırak, gidip ağlayan,şikayet edenler yüzünden) yerlerdeymiş. Boş geeeeççç! Kıllandırma, uyandırma!.. Şimdiki moda Ergenekon. Evele gevele tükür.(!)
Rektör seçimleri var önümüzde. Saman altlarından sular geçmeye başladı çoktan. İlgilenen var mı?..
Hukukta asıl olan, delilden suça gitmektir.
Adeta aksi yapılıyor; suçtan delile gitme çabası var sanki, ortaya iddianame bile konmadan çok önce başlatılan ve üzerine vazife olmayanlarca lince dönüştürülen bu davada.
Suçlandılar, yargılandılar, mahkum edildiler daha mahkemeye çıkmadan…
Hatta biri öldü gitti suçunu bilmeden.
Kuddusi Okkır… Gazetedeki o fotoğrafı, o gözleri, o bakışı asla unutmayacağım. Aslında o fotoğraf büyültüp çoğaltılarak, bu insanları mal bulmuş gibi kafadan mahkum eden herkesin her yönüne konmalı, o gözler her yerden bakmalı onlara, vicdanları ile hesaplaşmaları için…
Oysa, mahkemelere intikal etmiş konularda konuşmak hukuken yasaktı değil mi?..
Suçu mahkemece kanıtlanmamış olanların kişilik haklarının korunması adına, hukuk adamlarının işlerini özgürce yapabilmesi adına konmuş bu kural, en berbat kuralsızlıklarla çiğnendi, biz dinledik, baktık, usandık, bıktık…
Ama, “Bi bok anlamadık!”
(Yorum bana ait değil. Hislerimin tercümanıdır Uykusuz’un geçen sayısının kapağı.)
Anladığım şey, bu soruşturmanın, başından bu güne dek hukuk ve insan hakkı ihlalleri ile dolu oluşudur… Dileriz mahkeme süreci sağlıklı işler.
Bu kirli çorbayı yedirdikten sonra bir de önümüze Agarta, Şambala falan koydular tatlı niyetine zahir… Ama ben daha yemem, zira kusacağım. Ne işim olur ki, okyanusun dibinden çıkıp orta Asya’nın dibine giren sıyrıklarla? Gözümün gördüğüne kör bakmamaya debeleniyorum ben, yerin dibi şurada dursun…
Gözümün gördükleri de, nasıl bir ülkede yaşadığımı, bu ülkenin nasıl buralara geldiğini gösterip üzüyor beni. Mutsuzum…
Suç dosyaları, söz verdikleri halde kaldırılmamış dokunulmazlıkları nedeniyle raflarda bekleyenlerin, henüz aklanmamış elleriyle “Temiz eller”den bahsetmesi nasıl aptal yerine konmaya çalışıldığımı gösterip kanıma dokunuyor…
Demokratik sistemin D’si bile işletilmeyen ve bu konuda düzeltme adına en ufak bir adım dahi atılmayan siyasi partilerin, başka bir deyişle tek kişi egemenliklerinin, daha başka bir deyişle “Tayyip’in partisi, Deniz’in partisi vs.nin partisi” olarak anılanların, sabah akşam demokrasiden gem vurup kendi demokrasi anlayışlarını kakalamaya çalışmaları giderek “Demokrasi” sözcüğünden gıcık kapmama neden oluyor…
Ağzına hiç yakışmayanların, ormanın yarısından çoğunu neredeyse düşman belleyenlerin , ormanı yangın yerine çevirenlerin okuduğu “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür.” (İşine geldiğinde) Ve bir orman gibi kardeşçesine…” dizelerinin sahibi Nazım’ın uzaklardan haykırışı geliyor kulaklarıma adeta; “Akrep gibisin kardeşim…” (Tuhaf Bir Mahluk şiirinden) İçim daralıyor…
Ömrünü, bu ülkenin dağlarında, terörist peşinde geçirmiş insanların, “Terörist” suçlaması ile (ki savcıların bile ağzı tam olarak varmadığından “Bu bildiğimiz terör değil” tanımına sokuluyor. Terör terördür oysa. Bilmediğimiz terör her neyse ben onu bilmiyorum işte…) anılması karşısında, bu ülkenin bir vatandaşı olarak vicdanım zedeleniyor…
Yine de, dava konusunda konuşmamam gerektiğini, dava sonucunu beklemem gerektiğini biliyorum.
Yakın geçmişte de yaşamıştık benzer şeyleri. Aklıma onlar geliyor. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Yücel Aşkın ve Gnl. Sekreter Yardımcısı Enver Arpalı’nın uğradığı haksızlıklar…
Aylarca bekletildiler mahkemeye çıkmak için. Şimdi, Ergenekon zanlılarına saldıranlar, aynı kişiler, o zaman da onlara saldırıp yığınla iftira atmıştı. Biri hastaneye, öteki mezara gitti yargılanmadan. Sonuç: İlk duruşmada beraat…
Vicdansızlarca bedeli asla ödenemeyecek olan öteki önemli sonuç da, yitip gitmiş bir can ve haksızca sürülmüş lekelerin izleri…
Ya yine aynı sonuçlanırsa bu da?..
Neden beklenmiyor mahkemenin kararı?
Kime nasıl güveneceğiz ki biz? Nasıl koruyacağız haklarımızı? Nasıl sahip çıkacağız insanlık onurumuza?..
Aklımdan sorular geçiyor. Olup bitenlere, tarihte yaşanmışlıklara bakıyorum. Canım sıkılıyor…
Evine hırsız girerse, orada demokrasi işlemez. Hırsıza “Gel otur bakayım kardeşim, demokratik hakkını kullan, söyle bakayım neden beni soyuyorsun?” denmez. Tencere, tava, Allah ne verdiyse girişilir.
Ülke korumasında da böyledir işler. İdarelerin, iktidarların, ülke yönetenlerin görevi, insanlara hırsızlık yaptırtacak ahlakı yok etmek, güven sağlayarak eve hırsız girmesini önlemektir…
Yıllardır sürdürülen çalışmalarla, “ Din elden gidiyor!” çarpıtmasıyla (ki bu deyişte haklıdırlar. Çünkü onlara göre din, ellerinde, avuçlarının içinde istedikleri gibi mıncıklayıp, istedikleri şekli verecekleri şeydir. Eldeki o şey, güç demektir, para demektir, iktidar demektir, çıkar içindir…. Elden kaçarsa bunları kaybedebilir, kullanamayabilir, kandıramayabilir. O halde elden gitmesin kardeşim, avuçta dursun(!) Oysa ki, dindar için dinin yeri yürektir, vicdandır. Oradan gitmez, gideni de zorla tutmaz.) ülkenin çehresi değiştiriliyorsa hak hukuk tanımadan,
Atatürk devrimleri “Travma” diye adlandırılabiliyorsa nankörce ve durmaksızın bir saldırı varsa laik cumhuriyete, yargıya, orduya, bilime,
Cumhuriyet devletinin kurumlarıyla sürekli kavga ediliyorsa, orduya “Darbeci”, ordu yanlısına “Postal yalayıcı” deniyorsa açık açık,
(Oysa ki, ordu çok daha demokrat ve adil bazı sivillere bakarak. )
“Egemenlik milletindir.” diye haykırırken, millet kavramı %47’ye bağlanıyor, %53 yok sayılıyor, “Bizden değil” diye dışlanıyor, “Seçkinci kesim, elit tabaka, jakoben, laikçi, yetkinci, bilmem neci, zart, zurt” diye akılları sıra aşağılanarak yaftalanıyorsa,
Yargımıza, ordumuza, Atatürk’e, devrimlere her türlü atış serbestken AB’nin patronları, ABD’nin ağa babaları tarafından, bu ülke üzerine planlar kurgulanıyor ve uygulanıyorsa, posta konuluyorsa hatta bu ülkelerin kıytırık köşe yazarları bile ahkam kesiyorsa hakkımızda ve bunlar karşısında sus pus oluyor hatta onların ekmeğine yağ sürüyorsa şikayet ederek sızlanarak yetkili olanlar,
Dünya alem, daha önce hiç söylenmedik biçimde “Ilımlı İslam” (Sıcağı, soğuğu, serini vs. olurmuş gibi) diye tanımlıyorsa bu ülkeyi,
“Velev ki türban siyasi simge.” ediliyorsa,
ortada bir değil çok fazla terslik vardır…
Birileri bir ülkeyi tehlikeye atıyorsa, birileri de ülkesini, rejimini, bağımsızlığını korumak için harekete geçecek, her yolu deneyecektir. Demokratik ya da değil…
Yanlış anlaşılmasın, yasa dışı hiçbir şeyi savunmuyorum. Kendi görüşüm kendime, içimden geçenlerden değil tarihten söz ediyorum. Bu hep böyle olmuştur.
Kurtuluş savaşının öncesine ve devamına baktığımızda, kim hain diyebilir İttihat ve Terakkicilere, Kuva-i Milliyecilere?..
Diyenler vardır elbette. Bunlara, Bülent Arınç’ın, Ergenekon davası için yaptığı yorumdaki, “Ülkenin bağırsakları temizleniyor” çirkin benzetmesinden yola çıkarak, sinsi ve nankörce faaliyet gösteren, “Ülkenin habis urları” diyebiliriz biz de.
Kötü günler geçiriyoruz, çok kötü…
Ortalık toz duman. Kafalar çorba.
İnsanlar korkuyor. Demokrasi var güya ama şikayet etmek, sızlanmak, eleştirmek yasak sanki.
Tavşan telaşla kaçıyormuş ormandan. Aslan görmüş, sormuş nedenini. “Filleri hadım ediyorlarmış, ondan kaçıyorum.” demiş tavşan. Aslan, “E sana ne? Sen fil değilsin ki.” dediğinde kaçarak yanıt vermiş tavşan: “Ben bu karışıklıkta kime nasıl ispat ederim fil olmadığımı?”
Fıkradaki tavşan hali var ortalıkta adeta.
Kim verecek bunların hesabını?
Bu günleri çok iyi takip etmek, cin gibi olmak gerek.
Korkunun ecele faydası yok.
Toplumun vicdanında aklanamayanlar mutlaka mahkum olacaklardır. En azından, varsa kendi vicdanlarında. O da yoksa öbür tarafta. Trilyonluk villalarda, gemiciklerde, tavuk çiftliklerinde, yem depolarında, mısır arabalarında, likit yumurta kavanozlarında, köşklerde, halkın, devletin parasıyla üzerine oturulmuş banka kasalarında saklanamaz hiç kimse.
Er ya da geç…
Ama ne demiş atalar?
Yılan ölür, yılanın soktuğu da ölür.
Yılansız yarınlarda, sokulmadan, ölmeden yaşayabilmek umuduyla…
DİP NOT: Krem sürsem cildim terle atıyor. Bilinsin ki, kimse etiket, yafta, sıfat yapıştıramaz. Bünye kabul etmiyor.
EN DİP NOT: “Başıma bir şey gelmeyecekse” değil, başıma her şey gelecekse de gelmeyecekse de Atatürk’ü, bu ülkeyi çok seviyorum.
Nilhan Sönmez