Gönderen Konu: ATATÜRK KÖŞESİ  (Okunma sayısı 19502 defa)

Çevrimdışı can__su

  • Okuyucu
  • *
  • İleti: 0
  • Teşekkür: 13
Ynt: ATATÜRK HAKKKINDA HERŞEY...
« Yanıtla #45 : Kasım 08, 2007, 14:03:52 »
ATATÜRK 'ÜN İLK CUMHURBAŞKANLIK KONUŞMASI

Saygıdeğer arkadaşlar, dünya çapında önemli ve olağanüstü olaylar karşısında, saygıdeğer milletimizin gerçek uyanıklığına ve şuurluluğuna değerli bir belge olan Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nun bazı maddelerini açıklığa kavuşturmak için kurulmuş olan özel komisyon tarafından yüksek heyetinize teklif edilen kanun tasarısının kabulü dolayısıyla, Türkiye Devleti'nin zaten bütün dünyaca bilinen, bilinmesi gereken mahiyeti, milletlerarası adıyla adlandırıldı. Bunun tabii bir gereği olmak üzere bugüne kadar doğrudan doğruya Meclis Başkanlığı'nda bulundurduğunuz arkadaşınıza, yaptırdığınız bu görevi, Cumhurbaşkanı unvanıyla yine aynı arkadaşınız, bu aciz arkadaşınıza tevcih ediyorsunuz. Bu münasebetle, şimdiye kadar hakkımda gösterdiğiniz sevgi, samimiyet ve güveni bir defa daha göstermekle, yüksek değerbilirliğinizi ispat etmiş oluyorsunuz. Bundan dolayı yüce heyetinize gönlümün bütün samimiyeti ile teşekkürlerimi arz ederim."

"Efendiler, asırlardan beri Doğuda haksızlığa ve zulme uğramış olan milletimiz, Türk milleti, gerçekte soydan sahip bulunduğu yüksek kabiliyetlerden yoksun zannediliyordu."

"Son yıllarda milletimizin fiili olarak gösterdiği kabiliyet, istidat ve kavrayış kendi hakkında kötü düşünenlerin ne kadar gafil ve ne kadar gerçeği görmekten uzak, görünüşe aldanan insanlar olduğunu pek güzel ispat etti. Milletimiz kendisinde var olan vasıfları ve değeri, hükümetin yeni adıyla, medeniyet dünyasına çok daha kolaylıkla gösterebilecektir. Türkiye Cumhuriyeti, dünya devletleri arasında tuttuğu yere layık olduğunu eserleriyle ispat edecektir."

"Arkadaşlar, bu yüksek rejimi yaratan Türk milletinin son dört yıl içinde kazandığı zafer, bundan sonra da birkaç misli olmak üzere kendini gösterecektir. Bendeniz, kazandığım bu güven ve itimada layık olmak için, pek önemli gördüğüm bir noktadaki ihtiyacı arz etmek mecburiyetindeyim. O ihtiyaç, yüce heyetinizin şahsıma karşı gösterdiği sevgi, güven ve desteğin devamıdır. Ancak bu sayede ve Tanrı'nın yardımıyla, bana verdiğiniz ve vereceğiniz görevleri en iyi şekilde yapabileceğimi ümit ediyorum."

"Daima sayın arkadaşlarımın ellerine çok samimi ve sıkı bir şekilde yapışarak, kendimi onların şahıslarından bir an bile uzak görmeyerek çalışacağım. Daima milletin sevgi ve güvenine dayanarak hep birlikte ileri gideceğiz. Türkiye Cumhuriyeti mesut, muvaffak ve muzaffer olacaktır."
~~hayat üç buçukla dört arasındadır....
              ya üç buçuk atarsın....
       ya da dört dörtlük yaşarsınn.....~~

Çevrimdışı can__su

  • Okuyucu
  • *
  • İleti: 0
  • Teşekkür: 13
Ynt: ATATÜRK HAKKKINDA HERŞEY...
« Yanıtla #46 : Kasım 08, 2007, 14:08:54 »
ATATÜRK'ÜN ölüm ilanı.....

Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'nin resmi tebliğidir :

Müdavi ve müşavir tabiplerin neşredilen son raporu, Atatürk'ün dünyaya gözlerini kapadığını bildirmektedir.

Bu acı hadiseyle Türk vatanı büyük yapıcısını, Türk milleti ulu şefini, insanlık büyük evladını kaybetti. Milletimize, içimiz yanarak, bu tarife sığmayan acıdan dolayı en derin taziyelerimizi sunarız.

Kederlerimizin tesellisini ancak ve ancak O'nun büyük eserine bağlılıkta ve aziz vatanımızın hizmetinde ararız. Şurasını da her şeyden evvel beyan etmeliyiz ki ölmez olan, onun büyük eseri, Cumhuriyet Türkiyesi'dir. Hükümetimiz, içinde bulunduğumuz bu mühim anda, bugüne kadar olduğu gibi dikkatle vazife başındadır. Müesses olan nizam ve idame hususunu, büyük Türk milletinin hükümetiyle tek vücut olarak teyit ve temin edeceğine şüphe yoktur.

Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nun 33. maddesi mucibince Büyük Millet Meclisi derhal yeni Reisicumhuru intihap edecektir. Türkiye'nin en büyük makamına, Teşkilat-ı Esasiye Kanununa göre geçecek zatın etrafında hükümetiyle, şanlı ordusuyla ve bütün kuvvetleriyle Türk Milleti sarsılmaz bir varlık olarak toplanacak ve yükselmesine devam edecektir.

Bugün ayrılığına ağladığımız büyük şefimiz Atatürk, her vakit Türk Milletine güvendi. Eserlerini bu güvenle yaptı. İdamesi esbabını da istikmal ederek güvenle büyük milletimize bıraktı. Ebedi Türk Milleti onun eserlerini ebediyetle yaşatacaktır. Türk gençliği onun kıymetli vediası olan Türkiye Cumhuriyetini daima koruyacak ve onun izinde yürüyecektir.

Kemal Atatürk, Türk'ün tarihinde ve gönlünde daima yaşayacaktır.
~~hayat üç buçukla dört arasındadır....
              ya üç buçuk atarsın....
       ya da dört dörtlük yaşarsınn.....~~

Çevrimdışı gizem316

  • Super Moderator
  • Daimi Uye
  • *****
  • İleti: 1540
  • Teşekkür: 39
  • özlüyorum seni zamanla barışamadım..yine hüzün:((
10 Kasım...

Bizim tarihimizde şairin Batı'dakinden farklı bir yeri var; bizde 'Aydınlanma' nın tohumları bir bakıma şiirle atıldı...

'Vatan' dediğimiz zaman aklımıza kim gelir?

'Vatan şairi!..'

Kim o?..

Namık Kemal ...

İnsanın insanlaşıp kulluktan kurtulmasında Tevfik Fikret' in büyük payı var...

20'nci yüzyılda yetişmiş büyük şairlerimizin Mustafa Kemal için en güzel şiirleri yazmaları, Türkiye'ye özgü bir tarihsel bilincin edebiyata dönüşmesidir...

*

Varoluş destanımız şiirimize öylesine işlemiştir ki bu gerçeği vurgulamak için bir tek dize yeter:


"O saati sordu.."


Kimdir "o" diye sorsanız, bu toprağın az buçuk mürekkep yalamış tüm insanları yanıtını bilir...


Kimdir o?..



Mustafa Kemal!..



Bu memleketin hapishanelerinde inlettiğimiz şairimiz Nâzım Hikmet 'in " Kuvayı Milliye Destanı "nı bilmeyen var mı?..

*

'Kurtuluş' umuz Batı uygarlığının emperyalizmine karşı "Milli Kurtuluş Savaşı" ile gerçekleşti; 'Kuruluş' umuz Batı uygarlığının "Aydınlanma" sını bir devrimle öngördü...


İkisinde de "Tek Adam" vardı..

Kimdi o?..


Mustafa Kemal!..

*

Batı, ne kurtuluşumuza sıcak baktı, ne de kuruluşumuza...


Ne var ki Anadolu, Mustafa Kemal Atatürk'ü anlamış ve duyumsamıştı...



"Tek Adam" ın bugüne dek bir efsane gibi yaşayabilmesi, bu tarihsel, toplumsal ve ulusal algılama sayesindedir...

*

Ancak her savaşın bir karşı-savaşı, her devrimin bir karşı-devrimi vardır...


Tarih böyle söylüyor...


Toplumbilim böyle yazıyor...


Bugün Türkiye'nin yaşadığı gerçeklerin anlaşılması için bu bilimsel kuralın iyice algılanması gerek...


Mustafa Kemal Atatürk liderliğindeki 'Kurtuluş' u ve 'Kuruluş' u yıkarak yerle bir etmek isteyen iç ve dış güçlerin ittifakı bugün Türkiye'de iktidarı ele geçirmişlerdir...

*

Atatürk 1938 yılında gözlerini hayata kapamıştı...



2007 yılındayız...


Demek ki aradan 69 yıl geçmiş...


İki karşıt gerçek bugünkü Türkiye'de bir arada yaşıyor; çelişki elle tutulurcasına somut...


Çelişkiyi yaşayanlar kimlerdir?..


Bizleriz...


Nâzım'ın diliyle:

" Onlar ki suda balık

Toprakta karınca

Havada kuş kadar

Çokturlar.

Korkak,

Cesur,

Cahil,

Hakîm ve çocukturlar."



Bir kurtuluş ya da kurtulamayış savaşı daha yaşıyoruz, yenilirsek elimizden kuruluşumuz da gidecek..

Bu '10 Kasım' da diyorum ki:

Yenilmeyeceğiz!..

İLHAN SELÇUK

10 Kasım 2007

10 Kasım Direnme Günüdür
« Son Düzenleme: Kasım 10, 2007, 08:02:00 Gönderen: gizem316 »

Çevrimdışı gizem316

  • Super Moderator
  • Daimi Uye
  • *****
  • İleti: 1540
  • Teşekkür: 39
  • özlüyorum seni zamanla barışamadım..yine hüzün:((
Ynt: 10 Kasım...
« Yanıtla #48 : Kasım 10, 2007, 07:53:32 »

   

Her geçen gün yokluğu, haklılığı daha çok belli oluyor. Sanki yattığı yerden "Ben size demedim mi?" diyor. O, akıl, bağımsızlık, onur, insanlık simgesiydi. Tarihte onun kadar uzun -bir çağdan öbür çağa- atlayış yapan kaç kişi vardı?

İhaneti, irticayı, "bizi yutmak isteyen emperyalizm" i ve "bizi mahvetmek isteyen kapitalizm" i de o kadar iyi tanıyormuş ki, "İstikbalde dahi seni bu kıymetli hazineden mahrum etmek isteyecek dahili ve harici bedhahların olacaktır" diye uyardı. Ve dediği aynen çıktı!

O gün yer yerinden oynadı. Dolmabahçe'de, sıkışıklıktan 11 kişi ezilerek öldü. Ayın 19'unda cenaze Sarayburnu'ndan Yavuz zırhlısına götürüldü. İzmit Ortaokulu'nda son sınıf öğrencisiydim. " Üssü Bahri Kumandanlığı" iskelesinde bekleştiğimizde, saat 20.00 sularında, karanlıkta, 5 dakikada bir patlayarak yaklaşan top seslerini duyduk. Motorla iskeleye çıkarılan cenazeyi, önde "mülki ve askeri erkân", arkada biz öğrenciler, gara götürüp, Chopin' in Cenaze Marşı eşliğinde, son yolculuğunda Ankara'ya yolladık. Orada ağlamayan var mıydı, bilmem. Aslında, Türkiye ağlıyordu.

Ankara'daki törene dünyanın dört bir yanından gelen devlet, hükümet başkanları ve askeri birlikler katıldı. Çanakkale'de onunla çarpışan ve sağ kolunu yitiren Fransız General Gourrot , " Seni selamlamak için bir kolum daha var" diyerek katafalkın önünde sol kolu ile selam durdu!

Vahdettin' i kaçıran İngiliz Malaya zırhlısı, kendini bağışlatmak için İstanbul'a gelip selam durdu!

Etten kemikten bir ölümlünün yücelebileceği başka hangi yükselti olabilir?

Eroica Senfonisi'ni Napoleon' a ithaf etmiş iken onun imparator olması üzerine bunu " Büyük bir kahramanın anısına" diye değiştiren Beethoven , çağdaşı olsaydı, yapıtını Atatürk' e adamaz mıydı? Aradığı " kahraman "ı onda bulmaz mıydı?

Bir Rus tarihçi, kitabında dünyanın gelmiş geçmiş 10 kişisi arasına Atatürk'ü aldı. Ankara'daki Çin Büyükelçisi "Atatürk'ü Çin'de tanımayan yok gibidir. Atatürk, okullarda ders olarak okutuluyor. Atatürk tarih yarattı" diye konuştu. Küba'da onun anıtı dikildi. Fidel Castro " Atatürk en büyük devrimcidir!" dedi. Gelin görün ki, mum dibine ışık vermiyor. Atatürk'ün en büyük düşmanları, kendi ülkesinde!

***

Ne var ki, bugün ağlaşma günü değildir. 10 Kasım direnme günüdür!

Türkiye nereye gidiyor? Daha doğrusu, nereye götürülüyor? Çünkü emperyalizmin yaşandığı günümüzde hiçbir şey rastlantı değildir, boy hedefi ülke de, Ortadoğu'nun ortasındaki Türkiye'dir! Ne idik, ne olduk? Bağımsızdık, bağımlı olduk. "Birimiz hepimiz için, hepimiz birimiz için" diyor, "İmtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitleyiz" marşları söylüyorduk; imtiyazlı, sınıflı olduk. OECD ülkeleri arasında sosyal eşitlikte en gerideyiz (Moody's, 1990-1992 istatistikleri). "Dahili ve harici bedhahlar" var, iç ve dış düşman, işbirlikçiler var. Atatürk'ün yerine geçen Atatürk düşmanları 10 Kasım'da Anıtkabir'de dizi dizi dizilip "İzindeyiz" diyerek saygı duruşunda bulunacaklar! Ne yüzle?

Meşruiyet, her gün adım adım çiğnenmekte.. Devletin içine mollalar tıka basa doldurulmakta... Düşman vatanın bağrına hançerini dayamakta, Başbakan, Bush' tan alacağı yeni talimata hazırlanmakta... Nereye dek?

***

Kırmızı çizgi sadece Güneydoğu'da değil. Meşruiyetin sınırının saptanması da üniversiteleri, hukukçuları, baroları, YÖK'ü, sendikaları, kitle örgütleri... ile birlikte hukukun önünde... Meşruiyetin bekçileri, kadınıyla, gençliğiyle, Cumhuriyet mitinglerini dolduran milyonlarıyla, "Cumhuriyeti korumak ve kollamakla görevli" olanlarıyla bu meşruiyeti korumak durumunda... O meşruiyet çizgisi 27 Mayıs'ta Tahkikat Komisyonu ile çiğnenmiş ve İsmet İnönü tarafından " Siz ihtilali meşru kıldınız" biçiminde, doğru olarak değerlendirilmişti. Bugün de ufak, sessiz, sivil darbelerden tırmandırılan bir " Erdoğan Anayasası" Atatürk Cumhuriyeti ve meşruiyeti değiştirilmek isteniyor.

10 Kasım, ağlaşma değil, direnme ve Atatürk Cumhuriyeti'ni savunma günüdür. 70 milyon herkesin Anıtkabir'dekine verilecek bir hesabı vardır.


ALPASLAN BERKTAY

CUMHURİYET

Çevrimdışı gizem316

  • Super Moderator
  • Daimi Uye
  • *****
  • İleti: 1540
  • Teşekkür: 39
  • özlüyorum seni zamanla barışamadım..yine hüzün:((
Ynt: 10 Kasım...
« Yanıtla #49 : Kasım 10, 2007, 07:55:32 »
Kutsal Özlem


Sana hasret sana vurgun gönlümüz
Neredesin mavi gözlüm
Nerde nerde nerdesin dost
Bu gemi bu karadeniz
Sarı saçlım mavi gözlüm
Nerde nerde nerdesin dost

Ararım izini Dolmabahçeden
Bir daha dönmez mi bu yola giden
İçimde sen gözümde sen
Sarı saçlım mavi gözlüm
Nerde nerde nerdesin dost

Kurban olam yürüdüğün yollara
Kara peçe yakışmıyor kullara
Nerde nerde nerdesin dost
Uyan bak bizim hallara
Sarı saçlım mavi gözlüm
Nerde nerde nerdesin dost

Bulutlar terinden dağlar kokundan
Sarhoştur sevdiğim Mahzuni bundan
Bir daha gel gel Samsun’dan
Sarı saçlım mavi gözlüm
Nerde nerde nerdesin dost

Aşık Mahsuni Şerif

Çevrimdışı gizem316

  • Super Moderator
  • Daimi Uye
  • *****
  • İleti: 1540
  • Teşekkür: 39
  • özlüyorum seni zamanla barışamadım..yine hüzün:((
Ynt: 10 Kasım...
« Yanıtla #50 : Kasım 10, 2007, 07:56:59 »
(1978-Oktay Akbal)



Hangi Yüzle?


Hangi yüzle çıkacaksınız Anıtkabir’de Atatürk’ün karşısına? Ne kaldı Atatürk Cumhuriyetinden? Ne bıraktınız? Son izlerini de silmek, yok etmek uğraşındasınız. O duruma düşürdünüz bizleri, kendi kendimize soruyoruz sahiden bu ülkede Atatürk diye bir insan yaşadı mı, yoksa düş müydü toplumca yaşadığımız?

10 Kasım’larda törenler yaparlar, dokunaklı sözler söylerler, kapkara giysilerle Anıtkabir’e giderler, gözlerini nemlendirirler, TV’lerdeki eski günlerin filmlerini gösterirler, birkaç sinemada tiyatroda törenler tertiplerler, gazeteler karabaşlıklarla çıkar. İçki satmazlar, eğlence yerlerini kaparlar, bayrakları yarıya çekerler. Hepsi bu kadar! Öte yandan şu sıkıntılı gün bir geçsin diye çırpınırlar. İçlerindeki duygu, görünüşlerinin, ağızlarından dökülen lâfların tam tersidir. Ah şu Atatürk olmasaydı, adını bir silebilselerdi. Anıtkabir’i de bir kapatsalardı! Şimdilik bunları yapamıyorlar, ama Atatürk’ün yapıtını sağından solundan kopara, kemire tanınmaz biçime sokuyorlar.

Bugün 10 Kasım… 1938’den sonra geçen 38. 10 Kasım… İşte yurdumun durumu, işte Türkiye’nin acı gerçekleri, işte Atatürk devrimine ters düşen politikacılar yığını… İşte öldürülen gençler, birbirine düşmüş öğrenciler, şeriatçılıkta, ırkçılıkta, turancılıkta, çağdışı akımlarda bir şeyler arayan particiler, partiler, lidercikler…

En iyisi şiirler okumak, Atatürk için dizeler… Açmak Necatigil’in “Atatürk Şiirleri” güldestesini, orada 1921’de Faruk Nafiz’in “En Büyük” adlı şiiriyle çıkmak bir yolculuğa, Atatürk’le başlayan Atatürk’le biten..

“Eğilmez azmini dünyaya bildir
Yurdunu ölümden sen halâs eyle,
Anmazsa evladım benden değildir,
Adını bir değil bin besmeleyle” demiş,

“Tanrı’nın nurudur yüzünde yanan,
Bin yılda doğan bir kahramansın” demiş,

“Bilmem ki semadan yüksek alnınla,
Güneşler doğduğu yerden mi geldin” demiş…

Faruk Nafiz’in “Bu hıyaben ebediyet yoludur, Gider Allah’a kadar buradan ucu” diye başlayan ünlü şiirini de bilirsiniz. Sonra hatırlarsınız, 14 yıllık milletvekilliği süresinde bu Atatürkçü şiirleri yazmış ozanın hiçbir devrimci, ilerici atılımda bulunmadığını, Meclis’te en küçük bir yararlı iş yapmadığını, tek sözcük söylemediğini..

Abdülhak Hamit, “Sen ki hilkat denen ummanın/ En büyük incisisin” diye yazmış 1927’de “Bu müsellâh vatanın sen hem de/ Ebedi bekçisisin”…

Mehmet Emin de “Bu parlak yıldızı menfalarından/ Paryalar, fellâhlar selamlıyorlar/ İrlanda, Somatra adalarından, Beyazlar siyahlar selamlıyorlar” ; Yusuf Ziya Ortaç da 1928’de
“Ey yüceler yücesi/Dün değil bugün değil./Sen dünyalar durdukça bu milletin başısın” diye yazmışlar…

1930’ların şiirleri hep göklere yücelten sözlerle dolu, övgü, hep övgü, düşünceye dayanmayan parlak sözler, “mübalağa” sanatının en gösterişli örnekleri… Hüseyin Siret 1933’te şöyle yazmış: “Tarihe güneş kollu avize, hitaben/ Her yaprağının başlığı bir takızaferden…” Hızını alamamış, “Dahiler ufuklardaki yıldızlara benzer/ Sen öyle güneşsin ki huzurunda sönerler…” demiş ardından…

Atatürk’ün yaşadığı yıllarda yazılan şiirler hep bunlar gibi. Gerçek bir içtenlik görülmüyor.Gerçek bir şiir değeri, tadı yok.. Ama ölümünden sonra yazılanlar arasında içtenlik dolu, gerçekten duyulmuş bir acıyı yansıtan dizeler pek çoktur. Gövsa’nın “Bir milletin melâlini söyler derin derin” diye başlayan “Tavaf”ı, Ziya Osman’ın “Ah işte duyuyorum mesut günler içinden/ Sana sevimli yüzün asla solmasın, diyen…Bütün adınla dolan o coşkun şarkıları” diye başlayan şiirlerini unutmak zordur. Ne var ki Atatürk’ün anlamını, kişiliğini, önemini, vazgeçilmezliğini duyuran şiirler daha sonraki kuşaklarca yazıldı. Cumhuriyetle birlikte ya da daha sonra doğanlar büyüdüler, yetiştiler, Atatürk’ün değerini daha iyi anladılar. 1938’den sonra başlayan gerileme döneminde yazıldı bu güzel şiirler… Bunlarda, devrimin gerilemesinin, karşı-devrimin hız kazanmasının, Atatürk yolundan geriye dönme heveslerinin acısı duyulur. 1948’de Atilla İlhan şöyle yazar:


“Ellerinden öperim Mustafa Kemal
Biz, bunları yapmadık,
Sen elbette bilirsin, bilirsin Mustafa Kemal
Elsiz ayaksız bir yeşil yılan
Yaptıklarını yıkıyorlar Mustafa Kemal
Hani bir vakitler Kubilay’ı kestiler
Çün buyurdun! Kesenleri astılar.
Uyudun. Asılanlar dirildi
Mustafa’m, Mustafa Kemal’im”


Evet hangi yüzle çıkacaksınız, çıkacağız Anıtkabir’de Atatürk’ün yanına? Nasıl yürüyecekler o aslanlı yolu? Hangi yürekle, hangi içtenlikle, hangi inançla, hangi bağlılıkla? Elleri nasıl varacak “Atatürk” sözcüğünü yazmaya, dilleri nasıl varacak söylemeye?
“Sen uyudun, Asılanlar dirildi” diyor ozan. İşte bu yüzden soruyorum size, kendime, herkese : Hangi yüzle, hangi yüzle?

Çevrimdışı can__su

  • Okuyucu
  • *
  • İleti: 0
  • Teşekkür: 13
~~hayat üç buçukla dört arasındadır....
              ya üç buçuk atarsın....
       ya da dört dörtlük yaşarsınn.....~~

Çevrimdışı can__su

  • Okuyucu
  • *
  • İleti: 0
  • Teşekkür: 13
Onu özlüyorum...
Aslında onu hiç görmedim.
Yüz yüze gelmedim.

Ama onu tanıyorum.

Sesini cızırtılı bantlardan dinledim
Hep siyah beyaz filmlerde gördüm yüzünü
Çelik bakışlarını şiirlerde okudum.

Onu yaşıyorum
Özlü sözlerini okudum köşe başlarında
Adını her sabah okul sıralarında andım.

Onunla son yolculuğa çıkıyorum
Birkez daha...
Onun geçtiği yollardan geçiorum.
Yollarda bıraktığı anıların izini sürüyorum
Çektiği acıları ruhumda taşıyorum

Onu arıyorum...



Can DÜNDAR (SARI ZEYBEK ' den)
~~hayat üç buçukla dört arasındadır....
              ya üç buçuk atarsın....
       ya da dört dörtlük yaşarsınn.....~~

Çevrimdışı can__su

  • Okuyucu
  • *
  • İleti: 0
  • Teşekkür: 13



Soğuk bir Kasım sabahı...
insanın içine işleyen, adeta iliklerinin donduran serin bir rüzgar var.

Yol kenarında birikmiş sarı yaprakları önüne katmış, oradan oraya sürükleyip duruyor.
Belli belirsiz atıştıran yağmur da zaten soğuk olan havayı daha da soğuk hale getiriyor.
Telaş içinde sokaklarda dolaşan üç beş kişiden başka kimse yok görüntülerde.
Dışarida olanlar da bir an evvel kendilerini sıcak bir çatı altına atma çabasında. Tek tük arabalar çıkıyor sabahın bu ilk saatlerinde.

Hüzün hakim sokaklara... caddelere... her bir köşeye...

Yetim kalmış bir milletin hüznü karışıyor esen rüzgara, arada bir yağan yağmura... Ata'sını kaybeden bir milletin hüznü bu.

Kasımın 10 'u oldum olası bu duyguları çagrıştıran bir gün olagelmiştir.
Bizi bırakıp gidişinin acısını, onsuzluğun kederini toplum olarak yüreklerimizde duyduğumuz yokluğunu derin bir şekilde hissettiğimiz Büyük Önder'in ölüm yıldönümleri hep bu duruklukla anılagelmiştir.

Oysa Atatürk, bizden her 10 Kasım 'da gözyaşı döküp dövünmemizi değil, aksine, onun gösterdiği hedeflere doğru daha hızlı ilerlememizi istememiş miydi ? Naçiz vücudunun bir gün elbet toprak olacağını, ancak "En büyük eserim" dediği Cumhuriyetimizin sonsuza dek yaşayacağını, yaşaması gerektiğini belirtmemiş miydi?

O halde neden bu hüzün ? Neden bu gözyaşları ? Neden bu ahlar vahlar ? Elbette, hepimiz böylesine büyük bir lideri kaybetmenin üzüntüsünü gönüllerimizde duyuyoruz. Bu çapta insanlar dünyaya pek ender geliyorlar ve göç edip gittiklerinden de bıraktıkları boşluk uzunca bir süre doldurulamiyor.
Fakat bu, Atatürk'ün ölümünden sonra herşeyin bittiği anlamına gelmiyor, gelmemelidir de !!!

Aslında herşey onun yokluğundan sonra başlayacaktı. Gösterilen hedeflere ulaşma konusundaki kararlılığımızda ilk günküne oranla bir azalma olup olmayacağının, emanetine sahip çıkan bir millet olarak gelişmiş toplumlar düzeyine erişip erişmeyeceğimizin cevabı onun kaybından sonra alınacaktı.

Bugün, şöyle bir geçmişe bakıp, 10 Kasım 1938'den bu yana neler yapılıp neler yapılmadığını düşünme günüdür.

Bugün, yapılamayanların neden yapılamadığını sorgulama günüdür.

Bugün Ata'nın emanetini sahiplenme, onun, yattığı yerde mutlu olarak uyumasını sağlama günüdür.

Bugün, laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti'nin temel niteliklerine olan bağlılığımızın gösterme ve Büyük Önder'e bir kez daha şükranlarımızı sunma günüdür.

10 Kasım sıradan bir gün değildir...

Bugün, aydınlık yarınlara açılan bir penceredir.

SEN RAHAT UYU ATAM
Cumhuriyeti emanet ettiğin Türk Gençliği olarak, izindeyiz !!
[/color]
~~hayat üç buçukla dört arasındadır....
              ya üç buçuk atarsın....
       ya da dört dörtlük yaşarsınn.....~~

yucel_beyoglu

  • Ziyaretçi




kaç türkü bilirim, sensiz öksüz kaldılar çocuk misali,
sarı zeybek, kırmızı gül birkaçı sadece,
kaç şair bilirim, adına kaç bin tane şiir yazdılar,
tevfik fikret, mehmet akif ersoy birkaçı sadece,
ve kaç şehir bilirim,
her birinde bugün matemini tutar,
istanbul, ankara, izmir birkaçı sadece,

yerinde rahat uyu,
bu toprak üstünde, bu evlatlar ve senin gibi
büyük bir önderin hatırası olduğu sürece,
kaç çılgın bize zincir vurmaya kalkacak,
bütün cihan gördü, diğerleri de görecek,
ekmeği böldükte, vatanı bölmedik,
hala biriz, hala kardeşiz,
kürt,türk, çerkez, laz hepimiz
bu ülkede her koşulda eşitiz,
ve her 10 kasımda seni anıyoruz...

yerinde rahat uyu atam...

Çevrimdışı mesutsahin

  • Okuyucu
  • *
  • İleti: 1
  • Teşekkür: 0
ATAMIZI SAYGIYLA ANIYORUZ ÇİZDİĞİ YOLDA HERZAMAN HERYERDE GİTMEYE DEVAM EDECEĞİZ

ALLAH RAHMET EYLESİN
İNANDIĞINIZ GİBİ YAŞAMAZSANIZ , YAŞADIĞINIZ GİBİ İNANMAK ZORUNDA KALIRSINIZ

shade

  • Ziyaretçi
Ynt: ATATÜRK HAKKKINDA HERŞEY...
« Yanıtla #56 : Aralık 04, 2007, 10:33:36 »
Mustafa Kemal Atatürk'le ilgili konu başlıkları bu bölümde toplanmıştır.


shade

  • Ziyaretçi
Ynt: ATATÜRK HAKKKINDA HERŞEY...
« Yanıtla #57 : Aralık 29, 2007, 11:56:33 »
Atatürk Hangi Takımlıydı?

Atatürk; 1930, 1932 ve 1933 yıllarında Galatasaray Lisesi'ni ziyaret etmiştir. Bunlardan ilkinin haberi Cumhuriyet Gazetesi'nde manşetten şöyle verilmişti:

'Reisicumhur dün Harp Akademi'sini, Mülkiye'yi, Harbiye'yi ve Galatasaray'ı ziyaret etti.'

İlk ziyaret sırasında lisenin müdürü olan Fethi İsfendiyaroğlu o günün 'perde arkasını' yıllar sonra bana şöyle anlatmıştı:

‘... Müdür odasındayız. Reisicumhur, ‘lütfen masamı şereflendirmeleri' önerimi ‘Hayır müdür bey! Herkes kendi yerinde oturmalı ve oturduğu yeri de haketmelidir!...' sözleriyle reddettiğinden ben de yanlarında ve ayakta durmayı yeğlemiştim. Okul ve öğrenimle ilgili sorularını yanıtlıyorum. Kahveler içilirken, İçişleri Bakanı, yakın arkadaşı ve okulun eski öğrencilerinden Şükrü Kaya Bey, Gazi'nin kulağına eğilerek:

Harp Akademisi, Harbiye, Mülkiye anladım da niçin Galatasaray, Paşam, diye soruyor; yoksa siz de bizden misiniz?

- O da ne demek, çocuk?

- Yani Galatasaray'ı mı tutuyorsunuz?

- Ben kulüp tutmam, çocuk... Çünkü hepsi benimdir. Hem; sivil veya asker toplumun tamamına hizmet veya kumanda edenler bir kulübü tutsalar bile -görev sırasında- bunu açıklamazlarsa isabet ederler. Aksi halde, otoriteleri sarsılır ve tartışılır. Tefrika (ayrımcılık, nifak) yaratmış olurlar. O nedenle dikkatli olmalarını tavsiye ederim.

KAYNAK:
Tevfik Fikret ve Haluk Gerçeği
Orhan Karaveli
2005 (İstanbul)
PERGAMON YAYINLARI



shade

  • Ziyaretçi
Ynt: ATATÜRK KÖŞESİ
« Yanıtla #58 : Şubat 08, 2008, 15:12:57 »
ATATÜRK'ÜN GENÇLİĞE HİTABESİ


Ey Türk Gençliği!

Birinci vazifen, Türk istiklalini, Türk cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.

Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegane temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni, bu hazineden mahrum etmek isteyecek dahili ve harici, bedhahların olacaktır. Bir gün, İstiklal ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için içinde bulunacağın vaziyetin imkan ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkan ve şerait, çok namüsait bir mahiyete tezahür edebilir. İstiklal ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler.
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler; millet, fakrü zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.

Ey Türk istikbalinin evladı! İşte; bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen Türk İstiklal ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur

Çevrimdışı gizem316

  • Super Moderator
  • Daimi Uye
  • *****
  • İleti: 1540
  • Teşekkür: 39
  • özlüyorum seni zamanla barışamadım..yine hüzün:((
Ynt: ATATÜRK KÖŞESİ
« Yanıtla #59 : Mart 18, 2008, 17:26:24 »
Mustafa Kemal İçin Yazılan İlk Şiir

Anafartalar Zaferi'nden sonra, Mustafa Kemal ismi herkes için kahraman anlamı taşıyordu. Çanakkale'de görev yapan Türk askeri için onun adı moral kaynağı ve cesaret demekti, Müttefik askerleri bile kim olduğunu bilmedikleri bu komutana övgüler diziyorlardı. Ian Hamilton bile günlüğüne, Türk askerinin çok iyi komuta edildiğini yazıyordu.
Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal ilk kez burada gösterdiği kahramanlıkla bir şiirde yerini alıyordu. Mehmet Emin Yurdakul Eylül 1915'de; yani muharebeler henüz bitmemiş iken; "Tan Sesleri" isimli ir şiir kitabı yayınlar. Bu kitapta "Ordunun Destanı" adlı ve 15 Eylül 1915 tarihini taşıyan uzun manzumede, ilk dörtlük:

"Ey bugüne şahit olan Sarphisarlar
Ey kahraman Mehmet Çavuş Siperleri
Ey Mustafa Kemal'lerin aziz yeri
Ey toprağı kanlı dağlar, yanık yerler"

Böylece Mustafa Kemal adı şiirle halka mal edilmektedir. Farklılığı vurgulanmaktadır.

Muharebeler sırasında yerli ve yabancı basının M. Kemal'e ilgisi yoğundur. 2'nci Anafartalar Zaferi'nden sonra çok artar ve devletin planlı heyetlerinin dışında M. Kemal ile doğrudan görüşebilmek için; 21 Ağustos'ta Polonyalı bir bayan gazeteci gelir ve 2 nci Anafartalar Zaferinin coşkusunu M. Kemal'le birlikte yaşar. 2 Eylül'de bir Alman gazeteci gelir. 8 Eylül'de Türkiye'nin ilk filmcisi Necati bey gelir ve 3 gün çekimler yapar. 10 Eylül'de Tanin yazarı Ekrem Bey, 21 Ekim'de Suriye yazar ve şairler heyeti gelir. Özetle şöyle diyebiliriz. Muharebeler sırasında o dönemin yazarları, çizerleri, ressam ve şairlerinin büyük bölümü; başarılarından dolayı M. Kemal ile tanışmak için cepheye gelmişler ve intibalarını halka aktarmışlardır. İşte bu aktarmaların sonunda M. Kemal, halkın ağzında efsanevi kahraman olur. Yakup Kadri, o günlerde duyduklarını "Atatürk" isimli eserinde şöyle anlatır:

"Bu genç kumandan, yanında bir avuç süngülü askerle, yerden, gökten, denizden gelen sürekli bir gülle, kurşun ve şarapnel sağanağının ortasında durmadan ileriye doğru atılıyor kollarıyla, kızgın boyunlarından yakalayıp denize yuvarlayacakmış gibi sıra sıra topları üstüne saldırıyor. Bu insan, ateşte yanmıyordu. Vücuduna kurşun işlemiyordu ve zırhlıların (savaş gemilerinin) attığı gülleler başının üstünden munisleşmiş, yırtıcı kuşlar gibi geçip gidiyordu"

Bu anlatım, Atatürk'ün tam bir masal kahramanı gibi algılandığını gösteriyor ki, o neslin de bir beklenti içinde olduğunu yine Yakup Kadri kitabının başlangıcında şöyle ifade eder.

"Bizim ilk gençlik yıllarımız bir milli kahramana hasretle geçti" der.

Atatürk'ün kazandığı bu haklı ün, Başkomutanlık'ta da etkisini gösterir. Muharebelerin ilk ayı sonunda başarılarından dolayı rütbesi albaylığa yükseltilir ve toplam 3 madalya ve 2 nişan verilir. Ayrıca kendisine iki önemli görev için tayin teklifi yapılır. İlki, Temmuz 1915 ortasında, Trablusgarb'e ordu komutanı yetkisiyle ve Tuğgeneral (Mirliva) rütbesi ile gitmek arzusunda olup olmadığı sorulur. İkincisi ise Anafartalar grup komutanı iken 1915 Ekim ayı başında, Irak Ordusu Komutanlığına tayin teklifidir. Bu görev çok daha büyük ve önemlidir.

Bu olaylar devleti yönetenlerin Atatürk'e bakış açısını sergilemektedir. Yani daha muharebeler sırasında, henüz zafere erişilmeden Anafartalar kahramanı Mustafa Kemal tanınmış ve hakkı teslim edilmiştir.

Zaferden sonra ise Mustafa Kemal ismi, efsanevi bir kimlik kazanır, artık İstanbul'u Kurtaran Kahraman ünvanı ile anılır. Gazeteciler, yazarlar kendisiyle mülakat yaparlar. Halkın en büyük arzusu ise kendisini görmektir. 1916'nın ocak ayında 16'ncı kolordu komutanı olarak Edirne'ye girişinde halk sokaklara dökülür.

Atatürk'ün Çanakkale'de ve sonrasında Kurmay Başkanlığı'nı yapmış olan Orgeneral İzzettin Çalışlar, günlüğünde bu karşılanışı şöyle anlatır:

"28 Ocak 1916

...Yollar hıncahınç ahaliyle dolmuş, bütün mektepler karşılama için yerlerini almıştı. Şehir saray gibi donanmış, peş peşe zafer takları yapılmıştı. "Yaşasın Arıburnu ve Anafartalar kahramanı Mustafa Kemal Bey" yazılı levhalar asılmıştı...Edirne eşrafı, vilayet erkanı,konsoloslar hep oradaydılar...Bütün şehir, heyecan ve coşkulu sevinçle karşıladı. Çiçekler, buketler takdim ettiler. Alkışlar, her türlü nümayişler, tezahürat, her türlü tasavvurun üstündeydi..."

Görüldüğü gibi Atatürk'ün şöhreti, halkın kendisine layık gördüğü unvanlar, kendisine duyulan hayranlık o günlerde ortaya çıkmıştır. Sonradan yakıştırma değildir. Tarihte herhalde bir şehir halkı, hiçbir albayı bu şekilde karşılamamıştır. Albay Mustafa Kemal ne Edirne'nin fatihidir, ne de Edirne'yi düşmandan kurtarmıştır. Bunlara rağmen karşılanışın bir fatih'e yaraşır biçimde olduğunu anlıyoruz. Sebep, Çanakkale'de yaptıklarıdır. Yaptıkları ile kazanılan zaferdir. Türk milletine, iki yüz yıldır hasret kaldığı zafer coşkusunu tekrar tattırmasıdır. Bir büyük zafer armağan etmesidir.